Toplumun Temeli: İnsanlar ve Böcekler

Toplumun Temeli: İnsanlar ve Böcekler

Bildiğimiz üzere insan toplumu zihin ve benlik olmadan var olamaz, çünkü tüm karakteristik özellikleri bireylerin zihin ve benlik sahibi olmalarına bağlıdır. Ancak zihin ve benlik toplumsal süreç gelişiminin alt aşamalarında oluşmamış olsaydı, bireyler bunlara sahip olamazdı -bu aşamalarda toplumsal süreç sadece bireylerin fizyolojik farklılıkları ve ihtiyaçlarından doğmuştur-. Fizyolojik sebeplerin yanı sıra (eğer zihnin ve benliğin doğuşuna yönelik toplumsal teorimiz doğruysa) zihin, benlik, bilinç ve akıl başka şekilde oluşmuş olamayacağından, toplumsal sürece ait bu gibi alt aşamaların zamanında devreye girmiş olması pek muhtemeldir. Ayrıca zihin ve benliğin insanlarca geliştirilebilmesi için bunların öncesinde insanların dâhil olduğu bir toplumsal sürecin var olması gerekmektedir.[1]

Tüm canlı organizmaların davranışının temel olarak toplumsal bir yönü vardır: Bu tip davranışların temelinde yatan biyolojik veya fizyolojik dürtüler ve ihtiyaçlar -açlık ve çiftleşme gibi beslenme ve üremeyle ilgili olanlarda- özünde bir toplumsallık taşırlar, çünkü bu ihtiyaçların ve dürtülerin birey tarafından karşılanması toplumsal bir ortam ve ilişki gerektirir. Dolayısıyla fizyolojik ihtiyaç ve dürtüler, ne kadar basit ya da karmaşık, ilkel ya da gelişmiş olursa olsunlar, tüm toplumsal davranış formlarının temelini oluştururlar. Bireysel organizmaya ait deneyim ve davranış, bireysel organizmanın alt evrimsel aşamalarında dahi, dâhil olduğu daha büyük bir toplumsal davranış ve deneyim sürecinin parçasıdır. Böyle bir yapıya sahip olan hiçbir canlı organizma, diğer organizmalardan tamamen soyutlanmış bir şekilde var olamaz ya da varlığını sürdüremez. Diğer bir ifadeyle, (kendi türünden ya da başka türlerden olsun) diğer canlı organizmalarla ilişkisi yaşamı için önemsiz veya gereksiz olan hiçbir canlı organizma yoktur. Tüm canlı organizmalar, varoluşlarının bağlı olduğu sosyal ilişki ve etkileşimler bütününe, yani toplumsal bir çevre veya ortamın içinde yer alırlar.

Tüm canlı organizma türlerinde bulunan toplumsal davranış ve örgütlenmenin temelini oluşturan temel sosyo-fizyolojik dürtü ve ihtiyaçlar arasında, insan türünün toplumsal davranışı için çok önemli olan ve hem ilkel hem de uygar toplumlarda kendini mutlaka açığa çıkaran dürtü üreme veya çiftleşmedir. Bununla birlikte üreme dürtüsüyle yakından ilişkili olan ebeveynsel tavırlar ile bunların genelleşmiş halini temsil eden ve ortak toplumsal davranışın dayalı olduğu komşuluk/arkadaşlık tavırları da üreme kadar önemli sayılabilir. Dolayısıyla aile, türlerin devamı ve üre- menin yanında bu gerekli biyolojik işlevlerin yerine getirilmesi açısından toplumsal örgütlenmenin temel birimini oluşturur. Klan veya devlet gibi büyük toplumsal örgütler en nihayetinde aileye dayalıdırlar ve (doğrudan ya da dolaylı olarak) aileden türemişlerdir. Klan ve kabileler aile kurumunun, devlet ise klan ve kabile örgütlenmesinin -dolayısıyla da aynı zamanda ailenin- doğrudan genelleşmesidir. Kısacası insan toplumu -en karmaşık ve gelişmiş halinde bile- temelini oluşturan bireysel üyeler arasındaki bu sosyo-fizyolojik ilişkilerin (fizyolojik farklılaşmadan kaynaklanan cinsler arası ilişkiler ve anne-baba ve çocuklar arasındaki ilişkiler) genişlemiş halini temsil eder.

Tüm toplumsal örgütlerin dayalı olduğu bu sosyo-fizyolojik dürtüler, kendilerini tüm toplumsal ilişkiler, etkileşimler, tepkiler ve eylemlerin giriftliğinde dışa vurarak toplumsal farklılaşma ve evrim sürecinin iki kutbundan birini oluştururlar. Bunlar insan doğasını toplumsal olarak meydana getiren ana fizyolojik materyallerdir. Bu yüzden insan doğası baştan aşağı toplumsaldır ve mutlaka tamamen toplumsal bir bireye ihtiyaç duyar. Aslında insan doğasına yönelik herhangi bir psikolojik veya felsefi yaklaşım, bireyin bir topluma ait olduğunu ve doğasının bir bütün olarak toplumla ve diğer bireylerle kurduğu toplumsal ilişki ve etkileşimlerden türediği varsayımını içerir. Toplumsal farklılaşma ve evrim sürecinin diğer kutbunu ise diğerlerinin ortak tepkisi ya da diğer bir ifadeyle toplumsal kurumların kaynağı niteliğindeki sınıfsal ve toplumsal tepkilere yönelik bireylerin verdiği tepkiler oluşturur. Böylece toplumsal farklılaşma ve evrim sürecinin ilk kutbunu bireysel veya fizyolojik, diğerini ise kurumsal kutup olarak adlandırabiliriz.[2]

Ortak eylemin, bütünün yaşamı açısından gerekli olduğu bireyler için toplumsal organizma teriminin kullanıldığını belirtmiştim. İnsan toplumu haricinde de böyle toplumsal organizmalar bulunur. Böcekler çok ilginç bir gelişim gösterirler. Arı ve karıncaların yaşamını açıklamada genellikle antropomorfik bir yaklaşım sergileriz, çünkü bu canlıların örgütlenmesinde bizim örgütlenmemizin izlerini bulmak görece kolaydır. Burada çeşitli bireylerin yaşamlarını belirleyen yaşam süreci ve işlevlerle uyum gösteren farklı türde bireyler mevcuttur. Bu tip bir yaşam sürecini insan toplumuyla benzeştirmemek elde değildir. Bununla birlikte, böcek toplumlarında herhangi bir iletişim sistemini saptayamadığımız için ve böceklerin örgütlenme ilkesi insanlarınkinden farklı olduğu için şimdiye kadar bu benzerliği doğrulayacak bir dayanağımız da olmamıştır.

Böceklerdeki örgütlenme ilkesi, belirli işlevlere uyarlanan bir forma ait fizyolojik süreçte bir gelişim sağlayan fizyolojik şekillenebilmedir. Dolayısıyla tüm üreme süreci, üreme organlarının muazzam gelişimiyle tek bir kraliçe arı veya kraliçe karınca tarafından tüm arı veya karınca topluluğu için sürdürülür. Bir asker grubu oluşur ve bu oluşum o kadar ileri gider ki asker arı veya karıncalar kendilerini besleyemezler. Bireyi toplumsal bütün içinde bir araca dönüştüren bu fizyolojik gelişim süreci, fizyolojik bir organizmada farklı dokuların gelişimiyle epey benzerlik gösterir. Aslında çok hücreli bir canlıda bulunması gereken işlevlerin tümü tek bir hücrede de bulunabilir. Tek hücreli canlılar gerekli olan tüm süreci yerine getirebilirler; hareket ederler, atıklarından kurtulurlar ve ürerler. Ancak, çok hücreli bir canlıda harekete yarayan kas hücrelerini oluşturan bir doku farklılaşması söz konusudur. Oksijeni içeri alıp atıklardan kurtulan bu hücreler üreme sürecinin dışında bırakılır. Dolayısıyla, farklılaşan hücrelerden oluşmuş bir doku ortaya çıkar. Aynı şekilde, bir arı veya karınca topluluğundaki farklı formlar arasında, çok hücreli bir canlının dokusunda bulunan farklı hücrelerin farklılaşmasına benzer bir fizyolojik farklılaşma bulunmaktadır.

Bu tip bir farklılaşma insan toplumundaki örgütlenmenin temelini oluşturmaz. Elbette cinsiyet temel bir fizyolojik ayrımı oluşturur ve genel olarak ebeveyn ve çocuk arasında bulunan ayrımlar fizyolojik bir ayrımı temsil eder. Ancak bunlar haricinde insan toplumunu oluşturan farklı bireyler arasında neredeyse hiçbir fizyolojik ayrım yoktur. Dolayısıyla örgütlenme, arı ve karınca toplumlarındaki gibi, belli formların fizyolojik farklılıklarının toplumsal araçlara dönüşmesi şeklinde gerçekleşmez. Aksine bireylerin tümü temel olarak aynı fizyolojik yapılara sahiptir ve dolayısıyla bu formlar arasındaki örgütlenme süreci böceklerdekinden tamamen farklı olacaktır.

Böceklerdeki farklılaşma derecesi hayret vericidir. Toplumsal örgütlenmenin ortaya çıkardığı süreçlerin çoğu bu toplumlar tarafından da gerçekleştirilir. Sıvılarından yararlandıkları küçük canlıları aynı bizim süt ineklerine yaptığımız gibi esir alırlar. Ayrıca savaşçı sınıfları akınlar düzenleyip diğerlerini ileride yararlanmak üzere köle olarak kaçırırlar. İnsan toplumunun yapamadığını dahi yaparlar: Bir sonraki neslin cinsiyetine karar verip soyunu belirleyebilirler. Burada, bizim insan toplumunda sürdürmeye çalıştığımız yükümlülüklerle paralel çok şaşırtıcı gelişmelere şahit oluruz, ancak bunlar fizyolojik farklılaşma ile sürdürülür. Bu hayvanlarla ilgili çalışmaları incelediğimizde insan örgütlenmesindeki gibi bir iletişim aracının olmadığını görürüz. Karınca yuvası veya arı kovanındaki toplumsal oluşumla ilgili hâlâ bilinmeyen birçok şeyle birlikte, insan toplumuyla bu oluşumlar arasında net bir benzerlik bulunmasına rağmen ikisi arasında tamamen farklı bir örgütlenme sistemi vardır.

Her ikisinde de, içerisinde belirli bireylerin ortaya çıktığı ve farklı bireylerin oluşumu için şart olan bir örgütlenme mevcuttur. Bir ölçüde arı toplumunun evrimini anlamamızı sağlayacak bir fikir bulabiliriz. Yalnız arıları bulup bunları bir böcek top- lumunun gelişebileceği diğer arılarla ilişkilendirebiliriz. Bir arı kolonisinde ilk nesil kendini hızlıca diğer nesle bırakır ve geriye larvalar kalır, dolayısıyla yeni neslin ortaya çıkmasıyla birlikte yetişkin arıların tamamen yok olması durumu söz konusudur. Arıkovanı gibi örgütlenmelerde, yiyecek bolluğu sebebiyle formların bir nesilden diğerine taşındığı koşullar ortaya çıkar. Bu koşullar altında karmaşık bir toplumsal gelişim mümkündür ancak bu, yine de fizyolojik farklılaşmaya bağlıdır. Bir nesilden diğerine iletişim kanalıyla geçen bir deneyimin gelişimine yönelik elimizde hiçbir iz bulunmamaktadır. Yine de, yiyecek bolluğu koşulları içerisindeki bu fizyolojik gelişim şaşırtıcı biçimde büyür. Bunun gibi bir farklılaşma yalnızca bir topluluk içinde gerçekleşebilir. Kraliçe arı ve karıncalar arasında bulunan asker karıncalar ancak bir böcek toplumundan doğabilir. Bu farklı bireylerin bir araya getirilmesi ve bir böcek toplumu oluşturulması mümkün değildir; bu bireylerin meydana gelebilmesi için öncelikle bir böcek toplumunun olması gerekir.

İnsan toplumunda bireyler birbirlerinden tamamen farklı zihni yapılara sahip değillerdir ve böcekler örneğinde olduğu gibi toplumsal yapıdan doğmazlar. Bireyler büyük ölçüde birbirleriyle benzerlik gösterirler; cinsiyetler arası fizyolojik farklılaşma açısından bakıldığında ise önemli bir zihin farklılığı yoktur. Burada temelde birbiriyle aynı olan fizyolojik organizmalar bulunur ve dolayısıyla da bireyin ortaya çıkmasından sorumlu bir toplumsal yapı bulunmaz. Bu etmenler sebebiyle, bireylerin toplumdan değil, toplumun bireylerden doğduğuna ilişkin bir teori gelişmiştir. Bu yüzden, topluma ilişkin sözleşme teorisi bireylerin en başta akıllı bireyler ve benlikler olarak var olduğunu ve bu bireylerin bir araya gelerek bir toplum oluşturduğunu savunur. Bu görüşe göre toplumlar, tıpkı ticari şirketlerde olduğu gibi, çalışanlarını seçip ortaklık kuran bir grup yatırımcının bir araya gelmesiyle meydana gelmiştir. İlk olarak bireyler vardır ve belirli bireylerin öncülüğüyle toplumlar meydana gelir. Bu eski bir teoridir ama yine de geçerli olduğu bazı kısımları mevcuttur. Fakat bizim savunduğumuz teoriye göre birey, sadece diğerleriyle iletişim kurarak, yani anlamlı iletişim yoluyla toplumsal süreçlerin gelişimi sayesinde benliğine ulaşır. Dolayısıyla benlik toplumsal organizmadan önce gelemez; toplumsal organizma benlikten önce gelir.

Memelilerde anne-baba ve çocukların ilişkisinde toplumsal bir süreç mevcuttur. Burada insanlar arasında bulunan (cinsiyet dışındaki) tek fiziksel farklılaşmadan yola çıkarız. Bu fizyolojik farklılıklar toplumsal sürece zemin hazırlarlar. Aile örgütlenmesi insan dışındaki hayvanlar arasında da görülebilir. Örgütlenmeleri fizyolojik bir temel üzerine kuruludur, yani bir form kendi fizyolojik yapısı nedeniyle belirli bir şekilde davranır ve diğer form da kendi fizyolojik yapısına göre karşılık verir. Bu süreçte tepkiyi açığa çıkaran bir jest olması gerekir, ancak jest iletişimi bu ilk evrelerde anlamlı değildir. Yine de, iletişimin başlangıcı fizyolojik farklılıklara dayanan örgütlenme süreci içinde yer alır. Ayrıca bireyler arasında çatışmalar da görülür, fakat bunlar her zaman fizyolojik koşullara dayalı değildir.

Bireyler arasında bir çatışma çıktığında bunun arkasında açlık, cinsel rekabet, liderlik rekabeti gibi fizyolojik bir sebep olabilir. Mücadeleler hemen hemen aynı seviyede olan bireyler arasında geçer ve bu tür çatışmalarda daha önce köpek dövüşü örneğinde bahsettiğim aynı jest iletişimi bulunur. Dolayısıyla iletişim sürecinin başlangıcında, ortak birtakım eylemlere -ister üreme ve yavruların korunması olsun ister çatışma- rastlarız. Burada jestler henüz anlamlı semboller değillerdir, ancak yine de iletişimi sağlarlar. Bunun arkasında toplumsal bir süreç yatmaktadır ve bir kısmı fizyolojik farklılaşmaya bağlıdır, fakat süreç ayriyeten jestleri gerektirir.

Görünen o ki anlamlı iletişim bu süreçten doğmaktadır. İletişim süreci içerisinde farklı bir birey ortaya çıkar. Bu süreç elbette belirli bir fizyolojik yapıya bağlıdır: eğer birey, diğer bi- reye yönelik tepkinin yerine getirilmesi için gerekli olan kendi uyaranlarına karşı duyarlı olmasaydı, böyle bir iletişim gerçekleşemezdi. Dil gelişimi sağlanamayan sağır veya dilsiz bir çocuğu ele alırsak, çocuk normal bir insan zekâsı geliştiremez ve alt düzey canlılar seviyesinde kalır. O halde dilin fizyolojik bir zemini olduğunu söyleyebiliriz; ancak bu, farklı formlar arasındaki fizyolojik farklılaşmalardan ötürü değildir. Hepimiz konuşma ve duyma organlarına sahibiz ve gelişimimiz normal bir gelişim olduğu sürece diğerlerini etkilediğimiz gibi kendimizi de etkileyebiliriz. İşte bunu yapabilmemiz, fizyolojik olarak aynı olan canlılardan oluşan beşer toplumsallığına kendine özgü bir form verir. Bu iletişimin gerçekleştiği toplumsal süreçlerin bir kısmı fizyolojik farklılıklara bağlıdır, ancak birey toplumsal süreç içerisinde diğer bireylerden fizyolojik olarak farklılaşmış değildir. Bu durumun insan toplumuyla böcek toplumu arasındaki en temel farkı oluşturduğunu düşünüyorum.[3] Bu ayrımda hâlâ biraz çekinceler olabilir elbette, çünkü belki ileride karıncalar veya arılar arasında da bir dil keşfetmek mümkün olabilecektir. Daha önce belirttiğim gibi, bu böcek toplumlarının kendilerine özgü örgütlenmesini izah eden şey fizyolojik özelliklerin farklılaşmasıdır. İnsan toplumunun kendine özgü örgütlenme yapısı ise dil gelişimine dayalıdır.

George Herbert Mead, Zihin, Benlik ve Toplum, s. 243-251
Kitaba Gözat

 


DİPNOTLAR

[1] Diğer yandan, toplumun gelişimi veya evrimi zihin ve benliğin ortaya çıkmasıyla daha da hız kazanmıştır. Benlik bir kez toplumsal yaşam sürecinden doğduğu zaman toplumsal evrim ve benlik evrimi birbirine bağlı hale gelir.

[2] Benliğin bencil ve bencil olmayan yanları, benliğin yapısı ve içeriği açısından açıklanmalıdır. Benliğin içeriği bireysel (bencil ya da bencilliğin kaynağı) olurken, yapısı toplumsaldır -bu yüzden bencil değildir-. Benliğin rasyonel toplumsal tarafı ile dürtüsel veya duygusal diyebileceğimiz anti-sosyal ve bireysel tarafı arasındaki ilişkide bireysel taraf, çoğunlukla toplumsal tarafın davranışsal ifadelerine göre kontrol edilir. Farklı dürtüler arasında zaman zaman oluşan çatışmalar ise benliğin mantıksal tarafı ile yatıştırılır.

[3] Toplumsallaşmış insan, diğer bireyin kendisine ve herhangi bir toplumsal duruma yönelik tavrını alır. Böylece kendi tepkisini diğerinin tepkisine göre yöneterek kendisini diğer bireyle özdeşleştirir. Diğer yandan, toplumsallaşmış insan dışı hayvan ise kendisine ve herhangi bir toplumsal duruma yönelik diğer hayvanın tavrını alamaz, çünkü fizyolojik olarak bunu yapmaya uygun değildir; dolayısıyla kendi tepkisini, diğer hayvanın tavrının bilincinde olup buna göre kontrol edemez; bunu ancak insan türü yapabilir. Alt düzey hayvanlar ve çok gelişmiş böcek toplumlarının üyeleri arasındaki tüm iletişim bilinçsizce yapılır. Bu yüzden sadece insan toplumu içerisinde -sadece insan merkezi sinir sisteminin fizyolojik olarak mümkün kıldığı toplumsal ilişki ve etkileşimlerden oluşan kompleks ortam- zihinler oluşur veya oluşabilir. Ayrıca özbilinç ve benlik sahibi olabilen tek organizma insandır.