Erving Goffman’ın Damga Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme
Kişinin ahlaki olarak sıra dışı olan ve kötü olan şeyleri ifşa etmek için bedensel işaretleri üzerinden damga terimini ilk olarak yunanlar kullanmıştır. Bu işaretler bedene kazılır ya da yakılır ve taşıyıcının bir köle, suçlu veya hain olduğunun kanıtı olurdu. Böyle işaretlenen kişiler kamusal-sosyal alandan dışlanarak ve insanların kendisinden uzak durmaya dikkat ettikleri kişiler olmuşlardır.
Toplumsa insan tarihi boyunca insanları kategorize etme, tasnifleme çabaları var olmuştur. İnsanoğlu günümüzde de halen karşılaştığı insanın kategorisini aramakta hatta bu arayış bizi “toplumsal kimlikler” inşa etmeye ve böylece etiketlenmenin ilk adımını atmaya hazırlar. Bu kategorize etme ve toplumsal kimlik arayışıyla kişiler hakkında yargılarda/kestirimlerde bulunuruz. Kestirim yaptığımız ilk izlenimler, varsayılan bir toplumsal kimlik olarak görmek daha doğru olur. Söz konusu kişinin gerçekten dâhil olduğu kategorilere ve sahip olduğu sıfatlara ise onun fiilî toplumsal kimliğini ifade eder.
Erving Goffman birbirinden farklı üç damga tipinden bahsetmektedir. İlk olarak 1) bedenin korkunçlukları muhtelif fiziki deformasyonlar. İkinci olarak 2) zayıf irade, baskıya müstahak ya da doğal olmayan tutkular, sapkın ve katı inançlar ve ahlaksızlık olarak algılanan bireysel karakter bozuklukları gelir; örneğin hapis yatmak, bağımlılık, işsizlik, intihara girişim ve radikal siyasi davranışlar vb gibi. Son olarak da 3) ırk, ulus ve din gibi etnolojik damgalar vardır; bunlar, soy bağıyla aktarılabilirlerdir.
Damgalı bireyler ne kadar dil dökerse döksün diğerlerinin kendisini gerçekten “kabullenmedikleri” ve kendisiyle “eşit bir seviyede” temasa geçmeye razı olmadıkları yönünde bir algıya sahip olurlar. Damgalı birey kendisiyle baş başa kaldığında aynada kendisine baktığında kendisinin farkına varacak ve zamanla bu arızi olan kusurlarının varlığını kabul edecektir.
Damgalı bireyin toplumsal kimliğinin lekelenmiş biçimlerini, hem onunla ilişkide bulunan kişilerde hem de damgalı bireyin kendisinde, onun da herkes gibi saygı görmeyi ve dikkate alınmayı hak ettiği beklentisi yaratır. Ne var ki bu beklentiye rağmen diğerleri, damgalı bireye böylesi bir muamele yapmazlar ve böylece, damgalı bireyin nazarında, kendi niteliklerinden bazılarının buna yol açtığını düşünmesine neden olur.
Peki ötekileştirilen saygı gösterilmeyen Damgalanmış birey bu duruma nasıl bir tepki verir? Kimi vakalarda, fiziki olarak deformasyona uğramış birinin plastik cerrahi müdahale için bıçak altına yatması, kör birinin gözü için tedavi görmesi, okuma-yazma bilmeyen birinin telafi edici bir eğitim alması, eşcinsel birinin psikoterapi görmesi gibi, söz konusu kişinin, başarısızlığının nesnel temeli addettiği şeyi doğrudan düzeltmeye çalıştığı görülmektedir. Böyle bir onarım yapan birey belki fiziki deformasyonunu düzeltebilir fakat o bireyin benliği, psikolojisi halen o damganın etkisinden kurtulamamış olabildiklerine değinilmiştir. Oysa bu fiziki arızi problemi olan kişi var olduğu durumdan gocunmadan olduğu gibi yaşamayı sürdüre de bilir. Utanç verici bir farklılığı olan kişi, gerçeklik denen şeyden kopup, bıkmadan usanmadan toplumsal kimliğinin mahiyetine ilişkin alışılmadık bir yorum getirmeye girişebilir. Mesela görme engelli bireyin dağcı olması, sakat bireyin milli basketbolcu olması gibi. Bu bireyler kendilerini var olduğu şekliyle kabullenip bununla yaşamaya çalışabilirler.
Bizler damgalı bireyin, ya ziyadesiyle saldırgan ya da ziyadesiyle mahcup olduğu yönünde bir hissiyata kapılırız ve bunlardan hangisi söz konusu olursa olsun, damgalı bireyin eylemlerimize, kasıt taşıyorlarmış gibi birtakım anlamlar atfedip böyle bir okumaya fazlasıyla meyilli olduğunu düşünürüz. Onun hâlini doğrudan empati kurarak dert ettiğimizi gösterdiğimiz takdirde, haddimizi aşacağımız yönünde bir hissiyata kapılabiliriz ama öte yandan da onun bir kusura sahip olduğunu gerçekten unutacak olursak büyük ihtimalle ondan imkânsız şeyler talep eder veya düşüncesizce onun sahip olduğuna benzer dertlerden muzdarip olanları hafife almış oluruz.
Sonuç olarak, damgası olduğu bilinen veya böyle algılanan bireylerin olduğu sosyal ortamlarda, muhtemelen duruma pek de uygun olmayan kategorileştirmeleri kullanırız ve çoğu kez bu durumdan yine damgalı kişi hem de biz rahatsız oluruz.
Normallerin en normali bile yarı gizli bir noksanlığa sahip olabilir ve bu noksanlığın, varsayılan ve fiili toplumsal kimlikleri arasında utanılası bir mesafeye yol açacak şekilde su yüzüne çıkmasının her zaman ihtimalinin olduğunu söyleyen Goffman farklılığı anlamak için farklı olana değil, olağan olana bakmamız gerektiğini söyleyerek normlardan uzaklaşan insanların bunun farkına daha kolay varabildiklerini söylemektedir. Yani biz “normaller” damgalı olanları anlamak için var olan normların eleştirisini yaparak ve belki normlardan saparak, normlara mesafeli durarak norm dışı olanlarla daha kolay empati kurup onları daha iyi anlayıp analiz edebiliriz.
Her gün karşılaştığımız yüzlerce damgalı bireyin var olduğu dünyamızda onlarla birlikte yaşamanın mümkünlüğünü ve onları görmezden gelmememiz gerektiğini, toplumla bütünleşmeleri gerektiğini ve onlara karşı sorumluluklarımızın olduğu kaçmamamız gereken bir sorumluluktur. Sosyalleşme sürecinde henüz çocukken damgalı olan çocuklara da bu bütünleşmeyi anlatarak onları topluma kazandırmayı bizlere öğretmektedir. Hepimiz birer engelli, hasta ve damgalanma ihtimali olan adaylarız.. yani damgalanabilir bir insan olabiliriz. Toplumda var olan damgalı bireyleri görmezden gelmeyerek onlara karşı duyarlı (ki bu duyarlılık acınası bakışlar olamamakla birlikte) ve onlara bir birey oldukları için hak ettikleri saygıyı, toplumumuzun bir üyesi olduklarını onlara hissettirerek her an damgalanabilir bir birey olabilecek olan bizler onların var olan onurlarını damgalarının ardına itmemeliyiz.
M. Sinan Karabıyık, Erving Goffman’ın Damga Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme, Ayraç Dergi, Aralık 2016
Erving Goffman, Damga