Yüzleşmeler

Yüzleşmeler

Önceden bir şekilde haberdar olduğumuz bir olay hakkında bildiklerimizi güçlendirmek ya da çürütmek fakat aynı zamanda tamamlamak adına da tanıklıklara başvururuz, oysa bu esnada birçok durum bizim için karanlıkta kalır Oysaki her zaman başvurabileceğimiz ilk tanık, kendimizizdir. Bir kişi, ‘gözlerime inanamıyorum’ dediğinde, kendisinde iki varlık olduğunu hisseder: bunların biri, duyarlı varlıktır; gerçekte görmemiş fakat belki eskiden görmüş ve belki de diğerlerinin tanıklıklarına dayanarak bir fikir oluşturmuş benin önünde, ne gördüğü hakkında ifade vermeye gelen bir tanık gibidir. Şu halde bu tanık, önceden bulunduğumuz bir kente döndüğümüzde algıladığımız, birçok parçası unutulmuş olan bir tabloyu yeniden şekillendirmemize yardımcı olur. Bugün gördüğümüz şey eski hatıralarımızdan oluşan çerçevede yerini aldığında, buna karşılık bu hatıralar da güncel algılarımızın bütününe uyum sağlar. Her şey çok sayıda tanıklıkla yüzleşiyormuşçasına gerçekleşir. Bunun sebebi, bu tanıklıkların bazı ayrımlara rağmen, tanıyabileceğimiz şekilde bir hatıralar kümesini yeniden inşa edebileceğimiz bir temel üzerinde uzlaşmasıdır.

Şüphesiz, izlenimimiz yalnızca kendi hatıramıza değil başkalarınınkilere de dayanırsa, sanki aynı deneyim yalnızca aynı kişiyle değil de pek çok kişi tarafından başlatılmışçasına, hatırlamamızın doğruluğuna olan güvenimiz daha fazla olacaktır. Hayatın bizi ayırdığı bir arkadaşımızla karşılaştığımızda, onunla yeniden iletişime geçmekte önce biraz sorun yaşarız. Fakat kısa bir süre sonra, her birimizin hatırladığı ve aynı olaylara dair olsalar da aynı olmayan çeşitli durumları birlikte aklımıza getirdiğimizde, ortak biçimde düşünmeyi ve hatırlamayı başarmıyor muyuz ve geçmişe ait olgular daha da belirginleşmiyor mu? Yine böyle bir durumda, gözümüzde canlandırırken artık yalnız başımıza olmadığımız için onları daha kuvvetli biçimde yeniden yaşadığımızı, onlara kendi gözlerimizle baktığımız esnada bir başkasının gözleriyle de bakarken onları eskiden gördüğümüz gibi şu anda da görmekte olduğumuzu zannetmiyor muyuz?

Ancak, hatıralarımız genellikle kolektif olarak kalır ve yalnızca bizim müdahil olduğumuz olaylar ve yalnızca bizim gördüğümüz objeler söz konusu olduğunda bile bize başkaları tarafından hatırlatılır. Bunun sebebi, aslında hiçbir zaman yalnız olmamamızdır. Bizden fiziksel anlamda ayrı olan diğer kişilerin orada bulunması şart değildir: Çünkü birbiriyle karışmayan bazı kişileri kendimizle birlikte ve kendi içimizde daima taşırız. Londra’ya ilk kez geliyorum ve burada bazen bir arkadaşla, bazen de başka bir tanesiyle defalarca geziniyorum. Bu bazen, dikkatimi binalara, binaların yapısına, düzenine çeken bir mimar oluyor. Bazen de bu, bir tarihçi oluyor: Bu sokağın hangi tarihte çizildiğini, şu evin tanınmış bir kişinin doğumuna şahitlik ettiğini, orada burada önemli olayların gerçekleştiğini öğreniyorum. Bir ressamla birlikteyken, parkların genel rengine, sarayların ve kiliselerin hatlarına, Westminster’ın, Thames Nehri üzerinde yer alan Tapınak’ın duvarlarındaki ve cephelerindeki ışık ve gölge oyunlarına karşı hassas oluyorum. Bir tüccar, bir iş adamı, beni Kent’in kalabalık yollarında sürüklüyor; butiklerin, kütüphanelerin, büyük mağazaların önünde durduruyor. Fakat birinin yanında yürümeseydim de, kent hakkında tüm bu farklı görüş açılarıyla yapılan tarifleri okumam, hangi yönlerini görmem gerektiğinin bana tavsiye edilmesi ve hatta daha da basit olarak, planı üzerinde çalışmam yeterli olurdu. Tek başıma gezindiğimi varsayalım. Bu gezintiden, sadece bana ait olan, salt bireysel hatıraları muhafaza edebileceğim söylenebilir mi? Oysaki yalnızca görünüşte tek başıma gezindim. Westminster’ın önünden geçerken, tarihçi arkadaşımın bana anlattıklarını (ya da aynı sonuca varacak biçimde, bir hikâyede okumuş olduğum şeyleri) düşündüm. Bir köprüden geçerken, ressam arkadaşımın dikkat çektiği (ya da bir tabloda, bir gravürde beni etkileyen) perspektif etkisini düşündüm. Planımın düşüncesini kafamda yaşatarak ilerledim. İlk kez Londra’da bulunduğumda, Strand üzerindeki Saint-Paul ya da Mansion-House önünde, Hukuk Mahkemeleri civarında, pek çok izlenim bana çocukluğumda okuduğum Dickens romanlarını hatırlatıyordu: O halde, Dickens’la birlikte geziniyordum. Tüm bu anlarda, tüm bu koşullarda, kendimi düşünsel olarak o mimarla ve onun ötesinde, o mimarın yalnızca yanımdaki bir yorumcu olduğu diğerleriyle ya da o ressamla (ve onun grubuyla), bu planı çizen geometriciyle ya da bir romancıyla oluşturduğum herhangi bir gruba yerleştirdiğimden, yalnız başıma olduğumu, yalnız başıma tefekkür ettiğimi söyleyemem. Diğer kişiler de benimle ortak biçimde bu anılara sahiptiler. Dahası, bunları hatırlamamda bana yardım ediyorlar: daha iyi hatırlayabilmek adına onlara müracaat ediyorum, bir an için onların görüş açısını benimsiyorum, hâlâ dürtüye maruz kaldığıma ve kendimde, tek başıma altından kalkamayacağım ve onlarla iletişimde kalmama aracılık eden pek çok fikir ve düşünme yöntemi bulduğuma göre, bir parçası olmayı sürdürdüğüm gruplarına dâhil oluyorum.

Maurice Halbwachs, Kolektif Hafıza, s. 9-11
Kitabı İncele